Yaşam

Varlığını keçilere borçlu bir şehir: Aigai

İZMİR – Aigai, Batı Anadolu’da Aiolis olarak adlandırılan bölgede Aeol halkı tarafından kurulan 12 şehir devletinden biridir. 2004 yılından bu yana yapılan araştırmalar kentin MÖ 700 yıllarında kurulduğunu gösteriyor. Helenistik dönemde değerli bir merkez olarak dikkat çeken Aigai’nin Roma dönemine gelindiğinde de değerini kaybetmediği anlaşılmaktadır. Kentte yeni hamamların yapılması ve tiyatronun kapasitesinin artırılması bunun en değerli göstergeleridir.

Roma egemenliği altında uzun süre barış içinde yaşayan Aigai halkı, MS 260 yılında Gotik saldırılar nedeniyle kentlerini terk etmiştir. Bu tarihten MS 12. yüzyıla kadar kent, az nüfuslu bir kırsal yerleşime dönüşmüştür. Bizans döneminde küçük bir Hristiyan topluluğa ev sahipliği yapan kent, MS 14. yüzyılın başlarında yeniden terk edilmiştir.

Kentin keçi derisiyle olan bağına dair ne tür belgeler bulundu? Gladyatör dövüşleriyle ilgili yazıtlar bize ne anlatıyor? MS 17 depreminin yazıtlarında öne çıkan detaylar nelerdir? İzmirliler Aigai kentini yeterince tanıyor mu? Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Aigai Kazı Başkanı Prof. Dr. Yusuf Sezgin sorularımızı yanıtladı.

Yusuf Sezgin

ESKİ BİNALARIN YIKINTISINDAN TAŞ Yığınlar

Ekip olarak diğer kazı alanlarından farklı olarak dağlık bir alanda kazılar yapıyorsunuz. Böyle zahmetli bir coğrafyada kazı yapmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Aigai, Yuntdağı üzerindeki özel konumu nedeniyle hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerin ilgi odağı haline gelmiştir. Bunun başlıca nedenlerinden biri de bulunduğu özel coğrafya ve antik kentin doğa ile bütünleşmesidir. Şehirde dolaşırken oldukça çekici manzaralarla karşılaşabilirsiniz. Yürüyüş rotası boyunca etrafınız yabani zeytin, çitlembik, meşe ve aşılı fıstık ağaçlarıyla çevrili olacak. Özellikle yağmurlu ve puslu havalarda kendinizi fantastik bir sinema setinde hissedebilirsiniz. Aigai’yi en özel kılan şey bence şehrin çevresinde gördüğünüz manzaranın antik çağlardan bu yana hiç değişmemiş olması. Kentte 2000 yıl önce yaşamış bir Aigai vatandaşıyla birebir fotoğrafa bakmak heyecan verici.

Birçok antik kentte görebileceğiniz Aigai’de arkeolojik kalıntılar da bulunuyor. Bu güçlü coğrafya, kentteki yapıların değerli bir bölümünün kısmen yeterli düzeyde korunmasına yol açmıştır. Temelden çatıya kadar tüm yapılar taşla inşa edildiğinden kentteki taşlar günümüze kadar gelebilmiştir. 20. yüzyılın sonlarından 1970’li yıllara kadar kent içinde ve çevresinde antika çalınmasına rağmen binaların nispeten düzenli bir durumda günümüze kadar gelebilmesi büyük bir şans. Tüm keşfedilmemiş alanlarda, antik yapıların enkazından yapılmış inanılmaz taş yığınları görebilirsiniz. Aigai için ilk kazı liderimiz ve hocam Ersin Doğer’in söylediği “Dalgalı Taş Denizi”nin hakkını vermeye yetecek kadar taş görmek mümkün.

Özellikle lojistik açıdan bu güçlü coğrafyada kazıların yapılması doğaldır. 2004 yılında kazılar başlamadan önce şehirde dolaşmak büyük bir macera olarak görülüyordu. Küçük patikalar dışında gezi rotasının bariz olmaması nedeniyle şehirde kaybolmak çok kolaydı. İlk yıllarda tekrar tekrar yolumu kaybettiğimi itiraf etmeliyim. 2004 yılından bu yana kazı çalışmalarının öncelikli amaçlarından biri antik yolların kazılması olmuştur. Bu hedefimize büyük ölçüde ulaştığımızı düşünüyorum. Günümüzde kente gelen ziyaretçilerin gezi rotasının değerli bir bölümünü antik dönemin taş döşeli sokakları oluşturmaktadır. Yönlendirme ve bilgilendirme levhaları sayesinde şehrin içinde kaybolmak artık mümkün değil.

“İNSANLAR ARTIK AIGAI ADINI DAHA ÇOK DUYUYOR”

Yapılan kazılarla sokakları, konutları, ev girişleri, meydanı ve kamu binalarıyla neredeyse Pompeii gibi korunmuş bir şehir planına ulaştınız. Anadolu’da Roma şehir planını bu kadar net takip edebildiğimiz ender şehirlerden biri olduğu için ziyaretçi potansiyelinizin nezih olması bekleniyor. Şehrin ziyaretçi potansiyelinden memnun musunuz? İzmirliler bu antik kentten yeterince haberdar mı?

Şehri ziyaret edenler, şehrin tüm altyapısıyla nasıl dağlık bir arazi üzerine kurulduğunu net bir şekilde görebilir. Ziyaretçiler, özellikle antik yolların kazılmasıyla birlikte 2 bin yıllık taş döşeli yollarda yürüyor. Tabii bu çok farklı bir duygu yaratıyor. Her geçen gün ilerleyen çalışmalarla şehir planını daha iyi anlamaya başladık. 2004 yılında kazılar başlamadan önce arkeologlar ve özel meraklılar şehre geliyordu. Kazılarla birlikte ziyaretçi sayısında önemli bir artış oldu. Aigai, hem Manisa’ya hem de İzmir’e yakınlığı nedeniyle adından söz ettiren bir nokta olmaya başladı. Artık insanlar Aigai ismini daha çok duyuyor ve biliyor. Keyifli bir coğrafyada, güzel havalarda seyahat etmek için oldukça uygun bir yerdir. Meraklılarını bekliyoruz…

‘İMPARATOR KEÇİ DERİLERİNDEN ALINAN VERGİYİ DÜZELTTİ’

Aigai kelimenin tam anlamıyla keçi anlamına gelir. Şehrin keçi derisine ilgi duyduğuna veya şehrin ekonomisinin keçi derisinden yürütüldüğüne dair ne tür belgeler buldunuz?

Adı bile keçi olan şehir, tüm varlığını keçilere borçlu. Hemen hemen her dönemde basılan sikkelerde keçi tasviri yapılmıştır. Coğrafyası, Aigai’yi keçi yetiştirmeye zorlamış görünüyor. Tarım alanları çok sınırlıdır. Kentin Helenistik dönemde ulaştığı muazzam güç ve büyüklüğe bakıldığında birçok hayvandan oluşan keçi sürülerinin olduğunu düşünebiliriz. Kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yazıtlar, kent ile keçi arasındaki bağlantıyı açıkça göstermektedir.

Özellikle meclis binası kazılarında bulunan bir yazıt, keçi derisinden alınan vergi hakkında değerli bilgiler vermektedir. MS 2. yüzyılda Aigai halkı Roma’daki imparatora Fortunatus adında bir elçi gönderdi. Büyükelçi, Romalı vergi tahsildarlarının keçi derisinden her seferinde farklı oranlarda vergi topladıklarından şikayet etti. İmparator vergi oranını sabitledi ve bu karar bir bilyeye yazılarak Aigai Meclisine yerleştirildi. Roma İmparatoru’na ulaşmanın zorluğu düşünüldüğünde keçi derisinin ne kadar değerli olduğu anlaşılacaktır.

.

Aigai’deki arkeolojik buluntular, keçi derisi dışında halkın ekonomik yaşamı hakkında ne gibi bilgiler veriyor? Parşömen-Bergama-Aigai ilişkisi hakkında elimizdeki son bilgilerle ne söyleyebiliriz?

Kentin varlığını keçilere borçlu olması, temel ekonomisinin keçiye dayalı hayvancılık olduğunu gösteriyor. Ada 1 adını verdiğimiz bir alanda yaptığımız kazılar sonucunda kentin üretim alanları hakkında değerli bilgilere ulaştık. Sanayi Bölgesi olarak kullanılan alanda farklı formlardaki el değirmenleri ve tokmaklar unun tahıldan yapıldığını göstermektedir. Kırma amaçlı kullanılan üretim ekipmanları ise zeytinyağı üretimine işaret etmektedir. Bölgede görülen çok sayıda sarnıç yapım aşamaları da su ihtiyacına bağlıdır. MÖ 6. yüzyıldan MS 3. yüzyıla kadar bölgede demirci atölyelerinin de işletildiğini anlıyoruz. Ayrıca kemik atölyelerinde hayvan kemikleri farklı objelere dönüştürülüyordu.

Ayganlılar keçi ve koyunlardan elde edilen yünlerden yaptıkları dokumalarla pazarlarda söz sahibi olmuşlardır. Doğrudan hayvancılıkla ilgili olan bir diğer üretim kolu da parşömendi. Helenistik dönemde Pergamonlular’ın icat ettiği parşömenin değerli bir bölümünün Aigai’de üretildiğini düşünüyoruz. Sanayi Mahallesi’nde elde edilen bilgiler, parşömen üretiminin dolaylı kanıtıdır. Yörede bulunan latrina (tuvalet) içerisinde bulunan amforaların alt yarısı pisuar olarak kullanılmış ve içlerinde idrar toplanmıştır. Biriken idrar, yerin köşesindeki büyük bir kavanozda toplanır ve parşömen yapımında deri tabaklamak için kullanılırdı.

Bergama Krallığı’nın kurulmasıyla birlikte Aigai’nin talihinin de kapısı açılmış oldu. Şehir en güçlü ve görkemli günlerini Bergama egemenliğinde geçirmiştir. Ziyaretçilerin bugün gördüğü Parlamento Binası, Agora Yapısı ve Athena Kutsal Alanı gibi yapı ve alanlar Bergama payandalarıyla inşa edilmiştir. Aigai, Bergama’ya benzerliği nedeniyle “Küçük Bergama” olarak da bilinir. Bu nedenle kentin zenginleşmesini keçi derisine, daha özel olarak da parşömene bağlamak mümkündür.

Athena Kutsal Alanı, kentin en nadide kutsal alanlarından biridir. Fotoğraf: M. Yasa.

‘AİGAİLER HAYATLARI BOYUNCA DENİZDE KALDIKLARI’

Et-balık pazarı olarak fiyatlanan Romalıların ‘Macellum’ adını verdiği yuvarlak planlı bir yapı dikkat çekerken, dağlık bir alandaki balık pazarı da oldukça farklı görünüyor. Aigai, kıyı kentleriyle yakından ilişkili mi? Bunu nasıl yorumluyorsun?

Aigai, demokratik çobanların kurduğu bir şehir. Antik Yunan dünyasının ve uygarlığının bir modülü olarak tüm kamu yapılarını barındıran bu dağlık coğrafyada bir şehir kurmayı başarmışlardır. Denizcilikle uğraşan Aioller’in yerleşimlerinin önemli bir kısmı deniz kıyısındadır. Aigai ise denizden sadece 13 km içeride olduğu için denizle ve akrabası olan Aioller ile bağını hiçbir zaman koparmadı. Kentte bulunan farklı merkezlere ait çok sayıda sikke bu ilgiyi kanıtlamaktadır. Yine de Aigai halkının bir ömür boyu denize hasret kaldığını düşünmek mümkündür.

Agora Binası’nın önünde yer alan yuvarlak planlı Macellum oldukça ilgi çekici bir yapıdır. Bazı romantik ziyaretçiler tarafından havuz veya “Aşk Çeşmesi” olarak yorumlansa da aslında Et-Balık Pazarı olarak kullanılmıştır. Gerçekten havuz görünümündedir, bölgeye saf su gelir ve su birikir. Suyun tahliyesi için özel olarak yapılmış mekanizma, havuzun belli aralıklarla temizlendiğini gösterir. Kentin doğusundan ve batısından geçen derelerde yakalanan yılan balıklarının bu havuzda diri diri satıldığını hayal etmek mümkün. Tabii ki bu Macellum aynı zamanda şehrin ana geçim kaynağı olan keçi etinin satıldığı bir alan olarak da kullanılmış.

Roma Dönemi Sanayi Bölgesi (ADA 1) . Fotoğraf: M. Yasa.

‘DEPREM MS 17’DE GECE ORTASI OLDU’

Agorada bulunan yazıtlarda burada yapılan gladyatör dövüşlerinden bahsedilmektedir. Bu yazıtlar bize ne anlatıyor?

İlk olarak 1880’lerde yayınlanan bu yazıtların, Agora Binası’nın üçüncü katını oluşturan sütunlu revakla bağlantılı olduğunu biliyoruz. Yazıtlar, farklı gladyatör türlerinin bir listesini ve kazandıkları zaferlerin sayısını içerir. Yazıta göre, bir binanın onarımı sırasında gösterişli törenlerle birlikte üç kez gladyatör dövüşleri yapılmıştır. Bu oyunlarda savaşan özgür ve köle gladyatörlerin isimleri de zikredilmektedir.

Yazıtta adı geçen gladyatör sınıflarından biri olan Essedarius çok değerlidir. Bu isim, Kelt savaş arabası olan essedum’dan gelir. Essedarius savaşları için savaş arabasına ihtiyaç duyulduğu düşünülüyor. Bu nedenle bu tür oyunların düzenlenebilmesi için bir stadyuma ihtiyaç duyulmuştur. Kentin güney eteklerinde geniş bir düzlük bu yapı için ayrılmış olmalıdır. Son araştırmalarımız, bu gladyatör yazıtlarının MS 17 depreminden sonra kentin inşa sürecinde oynanan oyunlarla ilgili olduğunu düşündürmektedir.

MS 17 depreminden sonra şehrin yeniden inşa edildiğinden bahsetmiştiniz. Bu sarsıntının yazıtlarına ulaştınız mı? Bu yazıtlarda öne çıkan detayları bizimle paylaşır mısınız?

2006 yılı kazı çalışmalarında farklı boyutlarda yazıtlı mimari blok modüller bulunmuştur. Bir stoanın arşitrav blokları üzerindeki yazıtlar taş üzerine hem Latince hem de eski Yunanca oyulmuştur. MS 17 yılında meydana gelen bir deprem hakkında bilgi veren yazıtlar, yaşadığımız coğrafyada deprem tehlikesinin asla hafife alınmaması gerektiğini göstermesi açısından çok değerlidir.

Antik yazarlara göre, Batı Anadolu’daki en büyük sarsıntılardan biri MS 17’de gece yarısı meydana geldi. Sarsıntının detayları hakkında bilgi veren Romalı tarihçi Tacitus, en büyük yıkımın Sardes (Salihli) ve Magnesia’da (Manisa) meydana geldiğini belirtiyor. Tacitus, isimlerini saydığı toplam 12 şehrin yıkıldığını söylüyor. Dönemin Roma İmparatoru Tiberius, depremin yol açtığı tahribat karşısında Aigai ve diğer on bir Batı Anadolu şehrine cömert yardımlarda bulunmuştur. Bu şehirler, imparatorun yardımına karşılık Puteoli’de imparatorun onuruna bir anıt yaptırırlar. Bir yandan da imparatorlarına şükranlarını sunmak ve depremin yıkımını unutmamak için bu yazıtları hazırlıyorlar. Bu durum sarsıntı bilinci ve deprem hafızasının oluşmasını sağlar. MS 17 yılında meydana gelen ve taşlara kazınan bu deprem gerçeği, nesiller sonra da kent meydanında dolaşan vatandaşların hafızasında yerini buluyor. Bu durumdan ders çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Elbette sarsıntının izlerini silmemiz ve normale dönmemiz gerekiyor. Ancak şok gerçeğini unutmamak için hafızalarımızda yer eden ve yıkılan bazı sembolik yapıları olduğu gibi korumakta fayda var. Depremin yıkıcı etkisinin sembolleri olarak, hatta nesiller sonra bile bir sarsıntı anıtı olarak korunmalıdırlar.

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu